Wilma bizi seviyor!!

Leipzig'e gelen yabancı öğrenciler için Wilma diye bir öğrenci organizasyonu var. Partiler düzenliyorlar, etkinlikler yapıyorlar, her Pazartesi buluşma düzenliyorlar, hafta sonu öğrencilere yakın ve uzak yerleri gezdiriyorlar.

Bu hafta sonu Wilma ile ilk geziye katılmış bulunuyorum. Wernigerode am Harz diye bir köye gittik. Köy işte bildiğimiz. Yan yana dizili eski tip evler. Muhteşem bir kalesi var tepede. Ama kaleye çıkacak kadar vaktimiz yoktu. Köyün merkezinde kısa bir gezintiden ve öğle yemeğinden sonra dağa çıkmak üzere yola koyulduk.




Önceki trekking deneyimlerimden tecrübeliydim. Zor yürüyüşler için olan botlarımı giydim. Suya filan batar çıkarız diye yanıma yedek çorap aldım. Ama bir tane değil 3 tane!! Tedbirli olmak da bir yere kadar. Çantamın içinde bir ben eksiğim. Bir koca şişe su, sabah çayım için matara, iki sandaviç, meyveli yoğurt, armut (ay bir kilo kadar vardı sanırım bu armut. Sen niye yanına armut alırsın ki, taşırsın oralara kadar), yağmurluk ve daha bir sürü ıvır zıvır. Gördüğünüz gibi ormanda kaybolursam mahsur kalırsam bir yerde, ölmeyeyim açlıktan diye her şeyi aldım. Zaten çantamın ağırlığından yürüyemeyecek haldeydim o dağ tepeyi.

Bir yokuş bir yokuş. Kayalar ıslak, altından kayıyor. Neyse ki sevgili arkadaşım Edu halime acıdı da, çantaları değiş tokuş ettik. Pratik olmak böyle bir şey işte, adamın çantası kuş kadar hafif.

Çok keyifliydi de... Grup önde, ben en arkada. Neyse ki yine Edu beni yalnız bırakmadı. Çünkü grup bir ilerledi mi, görmenize imkan yok, yollar keskin, arkasından koşmanız lazım. Neyse ki her yol ayrımında bekliyorlar. Beni tabi ki, kimi bekleyecekler. Haa bir de fotoğraf çekenleri. Şu turistlere hastayım. Ağaç görsünler fotoğraf, ot görsünler fotoğraf. Hiç mi yok sizin oralarda diyesim geliyor.

Tepeyi çıktık, çıktık. Sonunda bizi bir cafe bekliyor. Çaylarımızı yudumlayacağız. Öyle heyecanla çıktık yani. Cafeye vardığımızda grup içeri girmemiş, Edu ile beni bekliyorlar. Wilma'dan bir arkadaş geldi naptınız filan diye. Hemen arkasında bizim elinde fotoğraf makineli turist kızlardan biri demez mi "Şarkı söyletecek miyiz onlara" diye. (Şarkı olayını şöyle anlatayayım. Buluşma yerine geç kalanlar kısa bir şarkı söylüyor.) Ulan allahın dallaması ne şarkısı!! Zaten anam ağlamış buraya çıkana kadar. Size yetişeceğim diye. Ortada geç kalma durumu yok. Aklınca biz şarkı söyleyeceğiz, bizim fotoğrafımızı çekecek!! Ay çok komik çok çocuk bunlar. Öldürecekler beni gülmekten.

Tepenin sonunda bizi bekleyen manzara









Bir grup çoktan içeri girmiş çaylarını yudumlamaya başlamıştı. Tam oturalım dedik, yine Wilma'dan bir ses "Fazla vaktimiz yok, gitmemiz gerek" Daha yeni gelmiştik!!! Bir şey içemeden tekrar yola koyulduk. Dönüş yolu bu kez daha düz ve engebesiz bir yol. Biraz daha uzun ama çok rahat.

Ormanın bitiminde bizi şehre götürecek trenin duracağı istasyona geldik. Orada beklerken yine bizim turistlerden biri nasılsın diye bana sordu. Ben de yoruldum dedim. Nasıl yorulursun diye tekrar anlamsız bir soru sordu, sanki yorulacak bir şey yapmamışız gibi. Allahım öldürecek beni bunlar. Valla dağ tepe dolaşmaktan, parti parti gezmekten 10 yıl erken yaşlanacağım. Gençsiniz tabi, keçi gibi tırmanıyorsunuz. Ah nerde eski günlerim. Yaştan değil de, yaşla birlikte kilo da her yıl bir artınca böyle oluyorsunuz :))

Sonunda tren geldi. Tren bildiğimiz korku filmi treni. Kömürle çalıştığı için dumanlar filan çıkıyor her tarafından. Gece görsem korkumdan ölürüm yemin ederim.













Sonunda istasyona geldik. Bizi evimize götürecek trene cümbür cemaat doluştuk. Sızdım bir ara. Güzeldi...

0 yorum:

Yorum Gönder