"Örneğin Türkler gibi!"

Bize buraya gelmeden önce Türkiye'den 3 aylık geçici bir vize veriyorlar. Şengen vizesi değil, tek girişlik Almanya vizesi. Hatta 3 ay içinde Türkiye'ye bir gidip geleyim deseniz gidemiyorsunuz, tek giriş, çıkış yok! Buraya geldiğinizde kalacağınız süre kadar oturma izni almanız gerekiyor. O oturma izniyle AB içinde seyahat edebiliyorsunuz, hatta çalışabiliyorsunuz.

Hepimiz geldik, evraklarımızla birlikte yabancılar bürosunun yolunu tuttuk. Böyle dünyanın dört bir yanından vatandaşla bir salonda saaatlerrrce bekliyorsunuz. Sabır limitleriniz zorlanıyor. İlk başvuru için bekliyorsunuz, sonra almak için. Arada bir şey istedilerse, her seferinde bekliyorsunuz. Kimimize hemen çıktı, kimimize hala çıkmadı. Büro o kadar uyuz ki, herkesi farklı işleme tabi tutuyor. Kimisi oturma izni için para veriyor, kimisi vermiyor, kimisinin 3 haftada çıkıyor, kimisinin 3 ayda çıkmıyor, kimisine iznin çıktığını e-posta yoluyla haber veriyorlar, kimisine mektup gönderiyor. Bu kadar farklı uygulamalar. Kendileri de öyle diyor zaten, herkesin farklı, bilemeyiz ne zaman çıkacağını!!

Ben biliyordum bu oturma izniyle AB içinde seyahat edildiğini ama o kadar çok insandan farklı şey duyunca her zamanki gibi içime kurt düştü. Yabancılar ofisine tekrar gittim, sordum seyahat edebilir miyim diye. Bununla da yetinmedim, seyahat edeceğim ülkelerin konsolosluklarını tek tek aradım, izin var mı diye. Belli olmaz bu AB'lilerin işi, ona farklı buna farklı, pasaport kontrolünde anlat anlatabilirsen derdini.

Bir yandan yabancılar ofisi bize böyle kan kustururken bir yandan da insanlardan bir sürü şey işitiyorsunuz, uyuz oluyorsunuz. Açıkçası AB'ye aday ülkeyken niye Ruslarla, Suriyelilerle, ya da ne bileyim Allahın Korelisiyle aynı muameleyi gördüğümü anlamakta zorluk çekiyorum. Her yeri geldiğinde de bunu bir güzel dile getiriyorum. İnsanlar da pek bir meraklı zaten, AB'nin dört bir yanından gelen arkadaşlar "siz kendinizi avrupalı görüyor musunuz" diye soruyor. Çevremde birkaç kişiden daha duydum, geçen Sezgi de anlatıyordu, özellikle Almanca ya da yabancı dil kurslarında Türkiye'nin AB'ye üyeliği ile ilgili bir sürü tartışma dönüyor. Yani yemiyorlar içmiyorlar bunu konuşuyorlar adamlar. İşte Türkiye çok farklı değil mi, AB daha ne kadar genişleyebilir ki, yok işte siz Müslümansınız, biz Hristiyanız vs. vs... Geçen Monja bile dedi, biz Hristiyanız, siz Müslümansınız diye. Ulan herhangi birinizin bir Pazar günü de kiliseye gideyim dediği mi var, Hristiyanlığın şartlarını yerine getiriyor musunuz, hadi bıraktım inanıyor musunuz? Ne konuşuyorsunuz gerekli gereksiz biz Hıristiyanız diye!! Ne zannediyorlar, biz AB'ye üye olucaz, her sokak başına cami mi dikicez, napcaz yani!! Ben de bir gün diyeceğim dayanamayıp, daha 20 yıl öncesine kadar Doğu Almanyaydınız, bizim AB ile ilişkilerimiz taa 1960'lara dayanıyor!! Ötmeyin çok fazla!!


Wilma denen öğrenci organizasyonundan bahsetmiştim. Bunlar arada Almanya dışına da gezi düzenliyorlar. Bu gezilerden önce de mail atıyorlar işte mail gruplarına. Bu gezilerde mutlaka diyorlar, AB üyesi olmayan ülke vatandaşları ya Şengen vizelerini ya da oturma izinlerini yanında getirsin. Sonra parantez içinde şöyle bir açıklama: (örneğin Türkler gibi)!!! Ya yani bunun Japonu var, Çinlisi var, Iraklısı var, yani niye Türkler?? Bunca yıl ne güzel yaşıyoruz ülkenizde, en pis işlerinizi yapıyoruz, patates ve domuzdan başka yemek bilmediğiniz mutfağınıza döneri soktuk, her gün kimbilir kaç ton yiyorsunuz daa yani niye Türkler???? Hayır yazmakla kalsalar iyi, gördükleri zaman da hatırlatıyorlar. Bugün Polonya sınırında Görlitz diye bir yere gideceğiz, sabah buluştuk, sordu bana Wilma'cı, ön saçı uzun, arkası kısa çocuk, oturma iznini getirdin mi diye. Zaten beni de o kıllandırmıştı, oturma izniyle gidilemeyebilirmiş AB ülkelerine filan diye!!

Neyse Görlitz için Leipzig'den bindik trene! Oturcaz bir yere. Trenlerde böyle dörtlü koltuklar var, arkadaşlarına sohbet ede ede gitmek istersen onlara bir güzel kurulabilirsin. Ben de gözüme kestirdim bir koltuk, ispanyol arkadaş ile oturduk. Karşımda bir kadın, sonra sohbet açıldı, anaokulu öğretmeniymiş filan. Ben bir Alman buldum bırakmayayım dedim, işte Türkiye'nin AB'ye üyeliğine nasıl bakıyor Almanlar diye sordum. Çoğunluk için fark etmiyor da, yani gelirseniz ben işsiz kalırsam babam işsiz kalırsa filan gibi bir şeyler söyledi. İkinci korku işsizlik!! Biz Türkler süper kalifiyeyiz ya, gelcez işlerini ellerinden alcaz :PP Dil bilmeyiz etmeyiz, ne konuşuyon teyze sen?? İşsizlik rekorları kıran İspanyollardan da korktunuz deli gibi, bi bok olmadı...

Görlitz, Polonya ile Almanya arasında kalmış küçük bir şehir. Şehir, nehir ile birbirinden ayrılıyor, bir yakası Almanya bir yakası Polonya. Köprüyle karşıya geçiyorsunuz. İşte bugün de karşı tarafa geçtik, Polonya topraklarına ayak bastık, çooook kısa bir tur atıp Almanya tarafına geri döndük. Böylelikle oturma iznimle Almanya toprakları dışına ilk seyahatimi yapmış oldum. Hatta şöyle girip girip çıksaydım keşke :PP

Bizim bu Wilma gezilerinde klasik yaptığımız şey döner yemek! Şimdiye kadar döner olmayan kasaba şehir görmedim. Görlitz'de de bulduk. Bir güzel mideye indirdik, Türk abiyle de muhabbet ettim, sordum oturma izni niye bu kadar zor filan diye. Schröder zamanında daha rahattı, Merkel döneminde çok zorluk çıkarıyorlar yabancılara dedi. Abi bize para ödetmedi, benim ispanyol dumur!! :PP



Benim bu yabancı arkadaşlar Türkiye'nin AB'ye üyeliğiyle ilgili sorduğunda en çok üzerine basarak söylediğim şey, AB sürecine ihtiyacımız olduğu. Biz bir yerine getirelim şu Maastricht kriterlerini, acquis communataire'i, ya da ne bileyim otu boku püsürü bir halledelim, sonra almayın kardeşim, almazsanız almayın. Çok da!!

Zaten siz sonra yalvarcaksınız bize, nolur Türkiye'ye üye olalım diye, Türkiye bizi al!! Biz de diyeceğiz yok kriterlerimiz var: öncelikle insanlık öğrenin, yaşlısına yabancısına çocuklusuna yardım etmeyi, arkadaş olmayı, paylaşmayı, çay kahve yemek ısmarlamayı, trenlerde dört kişilik koltuklara birine çanta, birine palto koyup tek kişi yayılmamayı, içtiğiniz içkilerin şişelerini yolda kaldırımda kırmamayı, kıçınızı taharet musluğuyla yıkamayı (buna çok gülüyorum kihkihi) bir öğrenin, sonra biz düşünürüz. Hatta Müslüman olalım nooluuur diyeceksiniz de, biz yok kardeş diycez.


Dünya değişiyor, belli mi olur :D

2 yorum:

Emin Bora DEMİREL dedi ki...

Ebru Selam,

Evet niye okumuyorsun diye sitem ettiğin kadar var vallahi . Okudum çok hoşuma gitti . Devamını bekliyoruz.
Emin

özlem mete dedi ki...

Yetenekli kişilik Ebru,
Bunu yaparak nasıl mükemmel bişi yaptığının farkındasındır umarım! Okudukça yanında hissediyorum kendimi, belirtiyim, okuduğum bazı ünlü yazarlarda bile bu hissi yaşayamamışlığım var ki bence okuduğun şeyin seni tamamen içine alması çok önemlidir!
Sende kesinlikle yazarlık ruhu var, bunu günün birinde ciddi anlamda hayata geçir lütfen!!

Yorum Gönder