Barcelona

Sagrada Familia

Barcelona... Hayallerimdeki şehir. Başkaları gittiği zaman için için kıskandığım, çok uzun yıllardan beri gitmeye can attığım, Vicky Christina Barcelona yı izledikten sonra artık vakti geldi dediğim, Pedro Almodovar ile tanışmayı hayal ettiğim güzel şehir...

-Duyduğuma göre- Woody Allen a verilen sipariş filmden sonra, Barcelona ya talep arttı mı bilmiyorum ama bu şehri her yıl kaç milyon insanın ziyaret ettiğini merak ediyorum. Bu ziyaret sırasında en çok kafamda canlanan soru ise niye bu fikri bizim daha önce düşünememiş olmamız ve içinde İstanbul geçen bir filmi dünya pazarına sunamamış olmamızdır. Büyük kayıp!

Barcelona güzel olmasına güzel de, bence burada Gaudi'nin eserlerinden başka bir şey yok. Siz de diyeceksiniz kaç yazıdır İspanya da hiçbir şey yok diye yazıyorsun ama gerçekten öyle. Şehir inanılmaz düzenli, sokaklar cetvelle çizilmiş gibi. La Rambla adındaki cadde ve arka sokakları bizim Beyoğlu'na çok benziyor. Gaudi eserleri Parc Güell, Sagrada Familia ve mimarın şehrin zengin aileleri için inşa ettiği evler Casa Battlo, Casa Mila ve diğer "casa"lar. İşte bu kadar Barcelona. Liman var deniz var, eminim yazın oralar daha güzeldir. Biz oraları gezme fırsatı bulamadık.

Parc Güell
Casa Battlo

Ben bu şehri en çok sevgilimle yaşamak istedim. Emin e bu teklifi yaptığımda hemen kabul etti, onun Paris aktarmalı gidiş dönüş biletini 5 dakika içinde aldık ve Emin üç aylık bir ayrılıktan sonra yanımdaydı. Otelde buluşacaktık ama beni metro istasyonunda karşıladı. Üç gün boyunca özlem giderdik. Üç gün boyunca şehri gezdik. Emin daha önce gelmiş buraya ama Gaudi nin eserlerini görmemiş. O yüzden bol bol Gaudi yaptık.

Anlam veremediğimiz şeylerden biri Sagrada Familia kilisesine niye para vererek giriyor olduğumuzdur. Dedik bizce Sultanahmet Camiine de para verilerek girilmeli. Zaten dışı daha güzel, içi inşaat halinde, görmeseniz de olur.

Ne yediniz ne içtiniz diye soracak olursanız... Ben İspanyada paella kısmını Eminle gezimize bırakmıştım. Zaten bu yemeyi niye bu kadar merak ettiğimi de anlamadım. Şu böcek türlerinin hiçbiri bana lezzetli gelmiyor, minik karides dışında. Sualtında görmesi güzel, o ayrı. Tapas dedikleri mezeler Barcelona da çok daha çeşitli. Ama biz yemedik. Küçük baget ekmek dilimlerinin üzerine peynir, salam, karides vs. koymuşlar, olmuş sana tapas. Ne bileyim deniz ürünleri salatası tapas, patates kroket tapas, kalamar kızartma tapas, her şey bir tapas. Ya dedik siz bir gelin de bir haydari, bir fava, bir ezme, bir patlıcan soslu yedirelim size görün o zaman tapas neymiş. İşin anlamadığım bir kısmı da bu işte. Bu adamlar tüm dünyaya pazarladılar bu tapas dedikleri atıştırmalıkları. Bizim mutfağımızda envai çeşit var hala bir New York olsun, bir Londra olsun meze bar açamadık hiçbir yerde. Adamların tapas barları İstanbul dahil aldı başını gidiyor.

Emin için bu gezinin tadından yenmez kısmı ise verdiği anten siparişi oldu. Beni görmenin mutluluğuna bu anten de eklenince artık siz tahmin edin kalbinin nasıl çarptığını. Şimdi siz ne anteni diyeceksiniz, anlatıyim. Şimdi bunlar dünya üzerinde soyu tükenmekte olan bir grubun son temsilcileri: radyo amatörleri. Zannetmeyin ki, radyocular, dj lik filan yaparlar. Yok, bu öyle bir şey değil. Ne işe yaradığını hala kavrayamadığım, müzik çalmayan, tv izlenmeyen, telefon açılamayan bir sürü elektronik aletle dünyanın dört bir yanından amatörle konuşuyorlar. İşte bu antenler de o konuşmaya yarıyor. Ama ne konuşma! Mors alfabesiyle 2 cümleyi bir saatte kuruyorlar filan, kendi çaplarında eğleniyorlar. Neyse çok güzel bir hobi. Zaten engel olmaya çalışmayın siz kaybedersiniz. "He he aferin" derseniz her konuda bir sıfır öndesiniz ;) (radyo amatörü sevgilisi olacak olan bayanlara ipucu)

O yüzden Emin bana söylediğinde San Juan Despi ye gitcez, bir anten var satın alıcaz dediğinde, peki dedim itiraz etmedim. Barcelona da bir yarım günümüzün bir anten için harcanması pahasına. Siz tabi bize deli gözüyle bakabilirsiniz ama Emin o kadar mutlu ki, sevinçten kalbi pır pır ediyor hissediyorum. Zaten ne desem kabul ediyor. Yeter ki ben anteni almaya onunla birlikte gideyim.
Neyse biz sabahın erken saatinde çıktık yola. Bindik trene tuttuk San Juan Despi nin yolunu. Şehrin merkezinden uzakta ama trenle de 20 dakika filan. Çok uzak değil. Emin dedim bu anten kaç metre, ne kadar ağır, yani taşıyabilecek miyiz trende metroda filan diye düşünüyorum. Emin dedi he kısa 1.4 metre kadar ağır değil, taşırız dedi. Sora sora biz bulduk San Juan Despi de antenciyi. Ve... 2.5 metre boyunda 20 kilo ağırlığında nurtopu gibi bir antenimiz oldu.

Üç gün nasıl geçti anlamadık. Uçaklarımızın saati neredeyse aynı. O easyjet ile Parise uçuyor, ben Berline. Gittik havalimanına, neyse ki uçağa giriş kapıları yanyana çıktı. Son dakikaya kadar beraberdik. Emin benden önce girdi uçağa. Körükten girene kadar sarıldım öptüm. Körükten kaybolunca boğazım düğümlendi, içim bir cız etti, yok dedim ağlama sakın. O sırada telefonum mesajınız var diye bağırmaya başladı, baktım Turkcell: İspanyaya hoşgeldiniz!

0 yorum:

Yorum Gönder