RSS

Son yazı

Bonn'da günler televizyon izlemekle geçti. Sadece bir gün Köln'e gezintiye gittim, birkaç kez Bonn'un merkezinde dolandım, o kadar. Onun dışında hiç ama hiçbir şey yapmadım. Televizyon da öyle alman kanalı filan değil, bizim türk kanallarının avrupa versiyonu. Programlar aynı. Sabah mesela kuzen İris le başlıyoruz doktorum programıyla, çok faydalı bir programmış, ondan sonra 321 pişir, buradaki tarifler tam bana göre, ve sıkı durun sonra da Esra ceyhan ile evlen benimle. En eğlenceli program bu tabi ki. Esra ceyhan sunucuların sunucusu ilan ediyorum! Konuklar hayatının aşkını arayan insanlar, ama gerçekten çok komikler. Öyle her talibi beğenmezler, karşılıklı heyecandan ne konuşacaklarını bilemezler, tuhaf istek ve talepleri olanlar, illa pronoviastan gelinlik giycem gibi, muhafazar olmalı mutlaka eşim gibi. Fazla bağımlılık yapmadan kurtuldum sanırım. Bir başladınız mı kopamıyorsunuz çünkü.

Bizim kanalların avrupa versiyonlarında en çok reklamlar dikkatimi çekti. Bizdeki reklamlar gösterilmiyor tabi doğal olarak. Çoğunlukla avrupa'da yatırım yapan türklerin reklamları, türk marketleri reklamları, beyaz peynir, bakliyat, mobilya vs. vs. En çok dikkatimi çeken ise o kadar çok estetik ameliyat merkezi reklamı var ki, şaştım kaldım. Sonra zayıflama ilaç ot acaiberrymix gibi abuk subuk yuttum zayıfladım reklamları. Sonra Avrupanın dört bir yanındaki türk disko ve türkü evlerinin reklamları. Mesela Yıldız tilbe ve ferdi tayfur konseri vardı. Öyle konser salonu filan değil, düğün salonu benzeri yerlerde. En bomba reklamlardan biri de Doğuş ve ne üdüğü belirsiz almancı bir türk şarkıcının sunduğu gelin bize birlikte para kazanalım reklamı. Öyle bir çekmişler ki reklamı, Doğuş ekranın ortasında duruyor, öteki şarkıcı ise, güneş gözlüğü takmış böyle siyahlar giymiş biri, ekranın solunda duruyor, konuşurken de ekranın ortasına doğru kaykılıyor. Nasıl bir çekimse, hiç mi göz nizam yok anlamadım. İşte bu da herhalde üye kazandırma yoluyla para vaat eden uyanıkların kurduğu bir şirket sanırım.

Böyle kendi çapımda eğlendim. Teyzem beni bayağı bir besledi. Zaten Almanyaya geldim geleli bayağı bi kilo almıştım. Hazır yaz da geliyorken sahile inip spor yapmalı.

Ben burada kapıyorum Leipzig günlüğümü. Bir tane daha blog açayım yazayım da ismini ne koyacağıma karar veremedim. önerisi olan var mı?? :PP

kedi beni itti

ya bunu nasıl yazmayı unuttum istanbul dönüş yazıma :)) şimdi Eminin evine geldim. Bizim kedi var ya Çarşamba onu da deli özlemişim. Böyle sıkıp mıncıklamak, kafamı koca tüylerinin arasına gömmek koklamak filan istiyorum. Ama fareye benzemiş, çünkü traş edilmiş. Tüy müy kalmamış. Şimdi aldım ben bunu kucağıma, illa babasına gidecek her zamanki gibi, fazla mıncıklattırmadı kendini. Verdim Emine. Bu kez onun kucağındayken sevmek istedim. Ve ne yaptı küçük şıllık biliyor musunuz, patisiyle itti beni! Resmen patisiyle direndi bana. Artık Eminden uzaklaşıyim diye mi, kendi kucağıma almiyim diye mi, bilmiyorum? Küçük fare!!!!

Sonunda İstanbul

Sonunda İstanbul'dayım. Pazar sabah 1.35 teydi uçağım. Köln/Bonn havalimanından bindim. Teyzemin evi Bonn'da, havalimanına otobüsle 15 dakika. O yüzden ulaşmak çok zor olmadı. Çantalarım konusunda stres yaşadım biraz. Pegasus'un bagaj hakkı 30 kiloydu, evdeki tartıda tarttım tam 30 kilo. Kesin dedim bunların tartıları hassastır, daha fazla çıkacak. Paket paket çikolata götürücem diye teyzemde bazı giyisilerimi bıraktım. Aman zaten giysiden başka bol birşey yok bizde. Dünya kadar! Hiçbir yere sığdıramıyoruz. Neyse işte, bavullar da toplam 34 filan geldi ama bir şey demediler. Fazla gecikmeden kalktık. Emine demiştim, 4 te orda olcam diye ama Avrupa saatiyle söylemişim, o da havalimanına gittiğinde fark etmiş, o yüzden 1.5 saat beklemiş beni. Huyudur gerçi, erkenden gitmese olmaz. İndiğimde 5.30 filandı, zaten yolculuk boyunca uyudum, bir açtım gözümü istanbuldayım. Sonra eve gidip biraz uyuduk, öğlen de Emin beni anamın evine bıraktı.

Odam tahmin ettiğim gibi. Bizim eşyaların yanı sıra evdeki ıvır zıvırlar da odayı işgal etmiş. Anam börekler, zeytinyağlı dolmalar yapmış. Yapacak çok şey var, biraz stres de oldum tabi. Dolap ve kütüphane alınması lazımdı. Gittik dün Eminle aldık, dolabı kurduk. Eşyaları yerleştirmeye başladım. Ama bu işler çok el oyalıyor, bir hafta filan sürer herhalde.

Okula evraklarımı teslim etmeye gittim. Bir evrağım eksik çıktı. Erasmus koordinatörü hasta olduğu için benimle ilgilenmedi ve vereceği evrağı vermemiş oldu. Ben de almadan gelmiş oldum. Yine sinir stres bende. Mail attım imzala, gönder diye. Dallama bu Almanların hepsi!!!

Eve girmek için anahtarım yoktu. Özel anahtar, öyle gidip de kopyalanamıyor. Bu duruma da uyuz oldum ayrıca. Neyse işte otu boku şu anda stres yapıyorum. Alışmam zaman alacak.

Hocamı görmeye gittim. Biraz moralim düzeldi. Bitirelim tezini hazirana kadar, sonra seni doktoraya hazırlayalım dedi. Peki dedim.

Şimdi Leipzig macerası bitti de ben bu blogu yazmayı sürdürsem mi bilemedim. Ne yazıcam, istanbul maceralarımı mı? Yazıcak elbet bi şeyler bulur muyum acep?

Karl Marx İstanbul'a yola çıktı

Ben bu bisiklete ne ad koyacağımı bir türlü bilemedim. Dişi mi erkek mi onu da bilemedim. Kızım belledim ama bugün dedim madem üzerinde Karl Marx yazıyor, adı da Karl Marx olsun. Ya bisiklete niye ad koyuyorsam?!??

Neyse bugün Studentenwerk'in bir bisiklet tamircisi (Adres:Rossplatz) var. Öğrenciler oraya gelip, kendi tamirlerini kendisi yapıyor, para da ödemiyor. İşte biz de bugün Nijeryalı komşumla beraber oraya gittik. Görevli bir saat sonra gelin dedi. Bir saat bekledik, sonra gittik, dedi kendiniz yapıcaksınız. Haydaa dedik ama ne ile demonte edeceğimiz öğrendik, meğersi çekiç yetiyormuş, bizde vardı halbuki. Çekiçle pedalı çıkardık, direksiyonu çıkardık. Sonra yakında başka bir bisikletçi daha var, oraya gittik belki daha iyi bir karton buluruz diye. Gerçekten de cuk oturan bir karton vardı, aldık, eve dönüp paketledik. Komşu dedi, içine başka bir şeyler daha koyabilirsin. Dedim yorganımı koyayım, hem bisiklet içinde hareket etmemiş olur. Yorganı da koyduk, bantladık. Sonra Deutsche Post'un yolunu tuttuk.

Şimdi bu postanedeki hatunlar bana demişlerdi ki 20 kilo 45 euro, 20 kiloyu geçerse 19 euro. Maksimum boy da 1.5 metre. Bizimkinin boyu o kadar da yok. Ama bir gittik, kadın bunun boyutları uymuyor, alamayız. Nasıl uymuyor dedik, bal gibi uyuyor, bana verdiğiniz kağıtta öyle yazıyor. Yok öyle değilmiş efendim. Eni uzun gelmiş. 20 kiloyu da geçmemesi lazımmış, bizimkisi 21.6 kiloymuş alamazlarmış. Şimdi de ki di mi adam gibi, adam olan der yani, iki kiloyu çıkarın içinden, alalım. Boyutu yüzünden alamayız demeleri de yalan! Boyutu büyük olduğu için 20 euro fazladan vermek gerekiyor sadece. Yani karılar sorun çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar, çıkardık içinden 2.5 kilo, alın böyle dedik, bal gibi de aldılar. Bir de orası aynı zamanda DHL ofisi. DHL taa eve kadar servis yapıyor gerektiğinde. Bu memur karılarında bir afra tafra. Doldurulması için form veriyorlar, doğru düzgün anlatmıyorlar neresinin doldurulacağını. Neyse ki komşu Afrikalı olmasının da getirdiği rahatlıkla bu karıların asık suratını sallamadan her işimizi yaptırdı. Benim sinirden elim ayağım titredi. Gerçekten bu Almanların kıt beynine katlanamıyorum. Neyse sonunda gönderebildik. Umarım başka bir sorun çıkmaz.

Bavullarımı sonunda doldurdum. Ama tabi birçok eşyamı da burada bırakarak, bazılarını atarak. Yarın sabah Hausmeister gelecek, anahtarı teslim edeceğim, gidip depozitomu alacağım. Tren de öğlen kalkıyor işte. Bonn'a gidiyorum, teyzemin yanına. Köln'de biraz vakit geçireceğim. Planda bir hafta sonunu Amsterdam'da geçirmek var. Param yeterse Belçika'ya uzayacağım. Hedef Brugge, ama ne olur ne biter bilmiyorum. Hele bir buradan ayrılayım da artık.

Çok soğuk bir Leipzig yazısı oldu. Aslında hüzünlüyüm az biraz.

Ayrılık hazırlıkları

Leipzig'de son iki günüm. Ya da bir buçuk mu? Öyle bir şey işte. Şu anda Çarşamba akşamı saat 23.00. Cuma sabah 12.11'de trenim Leipzig'den ayrılıyor. Değil günleri saatleri sayıyorum. Vakti eşyaları toplama, paketleme işleriyle geçiriyorum. Üç bavulla gelip iki bavulla dönünce bayağı bir sorun oluyor tabi. Giysilerim, yorgan, yastık bavula sıkışmayı bekliyor.

Yorgan ve yastık için vakumlu torba aldım. Bizde çok pahalı da bu torbalar, burada 1.5 euroya buldum. Bir deneme yapayım dedim, sabah bıraktım, akşamı geldiğimde havası çoktan kaçmış, şişmişti torba. Aynı şeyin bavulun içinde olmasından, bavulun orta yerinden çatlamasından korkuyorum. Trende pek hoş bir görüntü olmaz sanırım. :))

Niye bu yorgan yastık götürmek için ısrar ediyorsam? Göya yanımda getirdiğim eski giysilerimi bile atacaktım. Yorganı yastığı satarım dedim, herkes öyle yapıyor burada. Ama yok ne bir şeyi atmaya içim elverdi, ne yorganımı satmaya. Nedense bu Almanların cimriliğinden tasarrufluğundan mıdır nedir, her şey pek bir kıymetli oldu. Türkiye'de ne kadar savurgan olduğumuzu, ne kadar çok tükettiğimizi, ne kadar lüks içinde yaşadığımızı anladım. Üstüne üstlük buradaki gibi geri dönüşüm filan da yapmıyoruz. Pek bir hoş hayat!!

Asıl büyük sorunum, başıma dert olan ise bisikletim oldu. Herkes gibi sen de sat di mi? Yok illa Türkiye'ye göndericem. Israrımın altında taa çocukluktan gelen bir pişmanlık yatıyor. Bana böyle eflatun rengi bir bisiklet almışlardı da, ben onunla bisiklete binmeyi öğrendikten sonra, yeni eve taşınırken, eski apartmanın bodrumunda yalnızlığa terk etmiştim. Nakliye kamyonuna girmemiş miydi, neydi, sonra gelir alırız demiştim. Bir daha da gitmedim. Hayatım boyunca pişmanlık duydum. İşte bu yüzdendir ki, üzerinde Karl Marx yazan, -niye yazdığını çözemedim, sanırım Karl Marx Stadt diye bir yer vardı, oradan alınmıştı- mavi, taaa Doğu Almanya zamanından kalma, en az 25 yaşında, burada elini sallasan herkesin altında bir tane görebileceğin, Diamant marka gözümün nuru canım bisikletimi, burada terk edemiyorum işte öyle.

Gittim sordum, Deutsche Post ile gönderiliyor. Ama paketlemek lazım ve boyunun 1.50 yi geçmemesi lazım. Paketlemek için demonte etmek lazım. Bugün Nijeryalı komşumun da yardımıyla bayağı bir söktük. Daha doğrusu o söktü ben baktım. Yok bu kadın milletinin eli tornavida işlerine filan yatkın değil. O yapmasaydı ben hayatta yapamazdım. Ben tüm vidaları elimle sökebileceğimi düşünürken, o her vida için gitti arkadaşlarından tonlarca alet aldı. Daha tam anlamıyla sökülmüş de değil, ihtiyacımız olan bir alet daha var, onunla direksiyonu sökebileceğiz. Paketlemek için de dev boyutlarda bir karton bulduk. Şimdi bizde herhangi bir eşyayı nasıl paketlersen paketle istediğin her yere gönderirsin. Ama bu Almanlar kıl, kartonda bombe görür mesela almazlar filan diye korkuyorum.

En mantıklısı uçakla benimle gelmesiydi. Spor ekipmanlarını verdiğiniz ayrı bir bölüm var çünkü ve sanırım paketlemek filan da gerekmiyor. Ama gel gör ki, bisikleti uçağa götüremiyorum. Uçağa Bonn'dan bineceğim. Buradan Bonn'a götüremiyorum. Çünkü Deutsche Bahn her trene bisikletleri almıyor. Bileti alırken sormama rağmen gerizekalı memur hangi trenle nasıl götüreceğimi söyleseydi, ben de ona göre ayarlardım her şeyi. Ama artık olan oldu. Olmadı bunu da terk edeceğim yalnızlığa, içim kan ağlayarak. :((

Leipzig öğrencileri için ipuçları

İlkbaharda Leipzig'e gelecek değerli arkadaşlarım. Aşağıdaki ipuçlarını bir güzel okuyun, belleyin. Sadece tecrübe, gözlem, Allahın emri değil ;))

- Burada torba denen şey çok değerli. Sakın ola hor kullanmayın. Alışverişe giderken mutlaka yanınızda torba ya da çanta filan götürün. Yoksa para vermek durumunda kalırsınız.

- Pet ve cam şişelerinizi atmayın. Genelde su ve bira, şişe parası alınarak satılıyor. Dolayısıyla bu şişelere para veriyorsunuz. Kullandıktan sonra marketlerde makineler var, o makinelere atarak da paranızı geri alıyorsunuz.

- Şarap şişelerinde ücret yok. Şarap şişesi, kavanoz vs gibi bu tarz cam şişeleri de beyaz, yeşil, kahverengi olmak üzere üç ayrı cam atık kutularına atıyorsunuz. Ayrıca Almanya'da çöp ayırmak gayet meşakkatli bir iş. Organik çöp kutuları var mesela, gerçi ben hiç kullanmadım ama, buraya sadece yiyecek atıkları giriyor. Hatta bu yiyecek atıklarını koyduğunuz torbayı bile bu çöpe atmıyorsunuz, çöpün kapağını güzelce açıp içine boşaltıyorsunuz. Kağıt atıkları da yine sadece kağıt kutusuna atıyorsunuz. Bir sürü çöp bidonları var ama ben kimsenin doğru düzgün bu kurallara uyarak kullandığını görmüyorum. Ama dikkatli olun, biri fark ederse ya da şikayet edilirse ceza yersiniz.

- Ceza demişken tramvaya kaçak binmeyin. Biletinizi otomatlardan alın, tramvaya binince turuncu kutulara bastırın. Kontrol edilmez sanırsanız yanılıyorsunuz, biletsiz yakalanırsanız , 40 euro cezası var.

- Tramvay için mesela Einzelticket aldınız, 2 euro, sanırım 1.5 ya da 2 saat filan geçiyor, üzerinde yazar. Kurzstrecke bileti aldınız, bu 1.4 euro, sadece 4 durak için geçerli. Strasse des 18. oktober da mesela yurdunuz varsa, Hauptbahnhofa gitmek için kurzstrecke bilet yeterli.

- Size yurda vs. girişlerinde verdikleri kullanım talimatlarını, broşürlerini güzelce okuyun. Benim gibi, dışarıda duran bisikletin selesi çalındıktan sonra, her yurtta bisiklet odası olduğunu 5 ay sonra fark etme dallamalığını yapmayın. Bisikletleti odalara çıkarmak yasak.

- Çamaşır yıkama makinelerinde çamaşırlarınızı uzun süre bekletmeyin. Makine genelde bir saat içerisinde son buluyor. Acelesi filan oluyor, insanlar mal olabiliyor, tertemiz çamaşırlarınızı çıkarıp öyle ortada bırakabiliyorlar.

- Burada her iş, görüşme gün ve saatlerine göre yürüyor. Görüşme gün ve saatlerini bilin. Birinden randevu almak için bile dıdısının dıdısının görüşme saatini takip edip randevu için randevu alabiliyorsunuz. Ya da şöyle bir ipucu da verebilirim, görüşme saatleri dışında bir uğrayıp "ay bilmiyodum, işim de acele, bi şey sorcaktım" diyip salak turist ayağına da yatabilirsiniz. Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor.

- Auslanderbehörde (Yabancılar ofisi) taşındı. Prager strasse üzerinde. Hauptbahnhof ya da Augustusplatzdan 15'e binin Technishes Rathaus durağında inin. Ofis, B binasında. Yapmak istediğiniz işlemler için görevliler yardımcı oluyor.

- Bürgeramt'a ikamet kaydı için gittiğinizde Zuzugbonus'u sorun. Hala devam ediyorsa, başvurun. 50 euro bonus veriyorlar.

- Şimdi geldiniz, odanıza bir sürü şey almanız gerekecek. Tabaktır, çanaktır, çamaşır askısıdır vs. Önceki postlarımda nerede en ucuz ne var diye yazmıştım. O mağazalar gidin, fiyatları karşılaştırın. Benim gibi Rewe'de dünyanın parasını harcamayın. Migros gibi yerlere değil Bim gibi yerlere gidin. İnanın fiyatlar çok değişebiliyor. Üniversitenin hemen yan sokağına, Pfennig bir şey gibi adını bir türlü ezberleyemedim, ucuza bir dükkan daha açıldı.


- Kendinize bir spor edinin. Spor yüksek okulunda çok uygun fiyatlara inanılmaz fazla seçeneğiniz var. Online başvuru yapıyorsunuz, sonra da bankaya parayı yatırıyorsunuz. Ancak yerler hızla doluyor, bahar sömestırı için program açıklanır açıklanmaz acele davranın. http://www.hochschulsport-leipzig.de/ - internet adresi bu.

- Kendinize yabancı bir sevgili edinin. Ama sizin gibi yabancı öğrencilerle bile zor bu işler. Birçok kişinin size bir gecelik bakabileceğini aklınızdan çıkarmayın, ona göre davranın.

Benden abla tavsiyeleri bu kadar. En azından şimdilik. Kendinize iyi bakın, birbirinizi üzmeyin :P

Ezgi ve Sezgi yaza kadar burdalar. Sizlerle tanışmak isteyeceklerine eminim. Hem birçok konuda sorunuz olursa, yardımcı da olurlar. Hep birlikte toplaşıp buluşmanız için, bana mail gönderenlere Ezgi'nin mail adresini yazacağım.

Battaniye isteyen...

Leipzig'e ikinci dönem için gelecek arkadaşlara duyurulur...

Birkaç kişi benimle iletişime geçti, en azından 7-8 Türk'ün burada olacağını biliyorum. :)

Yazmıştım, yurt odalarında yorgan yastık çarşap niyetine hiçbir şey yok. Sadece yatak. Dolayısıyla buradan temin etmek durumundasınız. Uçakta kilo problemi olduğu için de getirmek çok kolay olmuyor, yer kaplıyor ayrıca.

Gökhan giderken mis gibi yün battaniyesini bıraktı. Yorgan kılıfınızı geçirip yatarsınız, başka bir şeye gerek bile kalmaz, zaten önümüz bahar. Ayrıca yine temiz, yıkanmış yorgan kılıfı, çarşaf vs. de bıraktı. Eğer ilgilenen varsa, yorum bırakın, ilk yorum bırakana vereceğim. Ben giderken de Monja'ya bırakırım, gelir ondan alırsınız.

Hamburg



gece Hamburg


Geleli beş gün oldu ama elim bir türlü klavyeye gitmedi. Yazdım üç gün sonra, bu sefer fotoğrafları yüklemek iki gün sürdü. Aslında hiç aklımda yoktu Hamburg'a gitmek, bir arkadaşın doğum günü vardı ona katılacaktım. Ama son anda vazgeçtim ve kendimi benim kuzular ve Romenler'le birlikte Hamburg'a attım.

Onlar beş kişi olduğu için 5 kişilik bölge bileti almışlar kendilerine ve dolayısıyla bana yer yoktu. Ya 80 euro verip hızlı trenle 3 saatte gidecektim, ya 50 euro verip 7 saatte Regional Trenle gidecektim. Bir diğer alternatif de Mitfahrgelegenheit'dı. En uygun fiyata seyahat edebiliyorsunuz Almanyada bu sayede. Bu yazdığım kelimenin sonuna nokta de ekleyip, siteye giriş yapın, gitmek istediğiniz şehri ve tarihi girin. O tarihte arabasıyla giden biri yanına "Mitfahrer" mutlaka arıyor oluyor, 20 euro gibi fiyatlara bir yerden bir yere çok rahat gidebiliyorsunuz. Hatta Almanya dışına bile çok uygun fiyatlara seyahat etmek mümkün.

Ben de yola çıkacağımız Çarşamba sabahı için baktım, çok fazla alternatif yoktu. Sabahın 5'inde bir kız buldum. Hafif de tırsıyorum, o yüzden ilk seyahatimi bir kadınla yapayım dedim. Aradım kızı, sabah 4.30'da çıkıcam, Hamburg'ta 10'da havalimanında olucam dedi. İyi dedim hem erkenden şehre varmış olurum, gezerim dedim. Hauptbahnhof'un sağ tarafında otobüs park yeri var, orada buluşmayı kararlaştırdık.

Sabah 4.30'ta bizim oradan Hauptbahnhof'a tramvay yok, mecburen gece otobüsüne binmem lazım. O saatte de bir gece otobüsü var ama istasyona 4.36'da varıyor. Şimdi dedim bu Almanlar dakiktir, kesin beklemez en iyisi erken gideyim ben dedim. 3.16'daki gece otobüsüne bindim, zaten beş dakikada istasyondaydım. Mcdonaldsa oturup bir saat bekledim. Saat 4.30 oldu yok ortada kız, aradım, mesaj attı 10 dakika geç kalıcam diye. Hava da soğuk, kar yağmaya başladı. Aradan 10 dakika geçti hala yok, koştura koştura bir çocuk geldi, o da bizimle geliyormuş, birlikte beklemeye başladık. Kız yarım saat gecikmeyle saat 5'te geldi. Tabi içimden bayağı küfür ettim 1.5 saat daha uyumadığım için. Hava soğuk, küçücük araba bir türlü ısınmıyor, yollar karlı ayaklarım donuyor, kız buhar yapmasın diye, ya da sigara içmek için ikide bir camı açıyor. Dondum resmen, bacaklarıma bir sürü şey sardım, ayağıma fazladan çoraplar geçirdim. Normalde yol 4 saat filan sürüyor, bizimkisi karlı yollardan dolayı tam 7 saat sürdü. Kızın da aklına şaştım, 10'daki uçağa hangi akla hizmet saat 5'te Leipzig'den çıkıyor! Dolayısıyla o uçağı kaçırdı, biz de saat 12.00 de şehre iniş yaptık. 20 euro tuttu. (Genelde hesap 100 kilometre başına 5 euro şeklinde yapılıyor.)

Gittim hostele giriş yaptım, eşyalarımı bıraktım, biraz şehri gezdim. Göle gittim, buz tutmuştu, insanlar üstünde yürüyordu. 2 saat kadar dolaştıktan sonra o kadar yorgunum ki hostele gidip yattım, zaten öğleden sonra da bizimkiler geldiler. Bu arada Meininger hostelde kalıyoruz. Bu hostelin Almanya'nın çeşitli şehirlerinde şubeleri var. Hamburg'taki gerçekten güzeldi. Berlin'deki o kadar iyi değildi mesala. Ama yine de uygun fiyatlara temiz yatak, sıcak su, sıcak oda, daha ne ister insan.


Ertesi günü çocuklarla geçirdim. İlk durağımız Repperbahn oldu. Burası kulüplerin, striptiz ve seks kulüplerinin, seks şoplarının ve barların olduğu bir yer. Travesti şov bile izleyebilirsiniz. Fiyatlara baktık, giriş 15 euro. Tabi içki filan dahil değil ama yine de bu tarz şovlar çok kaliteli olabiliyor, değebilir. Hayatımda ilk kez seks şopa da giriş yapmış bulundum. Bu caddekiler öyle kapalı karanlık olmadığı için gayet davetkarlar, utanmanıza sıkılmanıza gerek kalmadan gezebilirsiniz.


Şehri dolaştık, limana gittik. Motora binip Elbe nehrinde tur attık. Bazı yerler buz tutmuştu, gerçekten güzel manzara! Hava gerçekten çok soğuk, gezmek için çok uygun bir zaman değildi ama yine de bayağı bir yürüdük. Akşamları dedik, hostelin yakınında Urfa kebapçısı var, bizim Romenlere bir güzel kebap yedirelim. İki akşam da orada aldık soluğu. Lahmacun çok iyi değil ama kebap güzeldi. Hele üstüne bir künefe söyledik, değme keyfimize. Künefenin tadını unutmuşum, yıllardır yemiyorum. Böyle çok az şerbetli, ağza peynir tadı çok yoğun geliyor, enfesti, herkes bayıldı.
Cuma günü onlar erken yola çıktılar, benim de vaktim vardı, kanalların oradan yürüdüm, mağazalara girdim çıktım, sürekli kar yağıyordu, soğuktu, ben de kendimi devamlı starbucksa attım. Önemli mekanlara meraksız ama ota boka meraklı bir insan olarak, gezintim sırasında karşıma çıkan Scientology kilisesinin, artık tarikat mı kilise mi ne olduğu çok önemli değil, dükkanını gördüm. Tabi kaçmaz hemen içeri attım kendimi. Hemen biri geldi, hangi dilden en rahat konuştuğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince bunların artık kutsal kitaplarımı yoksa artık ne olduğunu kavrayamadığım yaşamın temel kavramları tadında, kapak tasarımı bilim kurgu ya da korku filmi görüntüsünü hatırlatan Ron Hubbard denen adamın iki kitabını getirdi. Türkçe tercümesini! Zannettim herhalde şimdi bunlar bu din midir artık ne menem bir şeydir tüm dünyaya yaymaya çalışıyorlardır, kesin dedim bu kitaplar da ücretsizdir. Temel kitap 13 euroymuş!! Ya kardeşim versene bedava, belki bir mürit kazancan, belki kendi ülkemde çalışcam Ayşe ile birlikte. (TR'de Ayşe diye bir kız yapıyormuş bu işleri, sallamadıysa:)) Ben de birkaç ücretsiz dvd filan aldım, okuyim belleyim, belki Hollywood camiasına biraz yakın olurum filan diye.



Dönüş günü, Cuma, mitfahr lara baktım, dünya kadar alternatif var. Cuma günü olduğu için herkes evine dönüyor. Yine bir kadını denedim, telefonunu sürekli meşgule aldı. Bir adamı aradım, doluyum dedi. Sonra saat 15.30 için bir kadını daha aradım, gayet yardımcı oldu, nerede bulaşacağımızı ayrıntılı anlattı. Gerçekten çok kibar bir kadındı, bir kız daha vardı arabada, yol boyunca sürekli sohbet ettiler. Araba sıcaktı, uyuyabildim bile. Dönüşte genelde Hauptbahnhofa bırakırlar, kadın yurda kadar bıraktı beni. Dönüşümüz bu kez 6 saat sürdü. Yollar karlı ve buzlu olduğu için kışın mitfahr ile gitmek çok akıl karı bir iş değil ama bundan daha iyi bir alternatif de yok.