Karl Marx İstanbul'a yola çıktı

Ben bu bisiklete ne ad koyacağımı bir türlü bilemedim. Dişi mi erkek mi onu da bilemedim. Kızım belledim ama bugün dedim madem üzerinde Karl Marx yazıyor, adı da Karl Marx olsun. Ya bisiklete niye ad koyuyorsam?!??

Neyse bugün Studentenwerk'in bir bisiklet tamircisi (Adres:Rossplatz) var. Öğrenciler oraya gelip, kendi tamirlerini kendisi yapıyor, para da ödemiyor. İşte biz de bugün Nijeryalı komşumla beraber oraya gittik. Görevli bir saat sonra gelin dedi. Bir saat bekledik, sonra gittik, dedi kendiniz yapıcaksınız. Haydaa dedik ama ne ile demonte edeceğimiz öğrendik, meğersi çekiç yetiyormuş, bizde vardı halbuki. Çekiçle pedalı çıkardık, direksiyonu çıkardık. Sonra yakında başka bir bisikletçi daha var, oraya gittik belki daha iyi bir karton buluruz diye. Gerçekten de cuk oturan bir karton vardı, aldık, eve dönüp paketledik. Komşu dedi, içine başka bir şeyler daha koyabilirsin. Dedim yorganımı koyayım, hem bisiklet içinde hareket etmemiş olur. Yorganı da koyduk, bantladık. Sonra Deutsche Post'un yolunu tuttuk.

Şimdi bu postanedeki hatunlar bana demişlerdi ki 20 kilo 45 euro, 20 kiloyu geçerse 19 euro. Maksimum boy da 1.5 metre. Bizimkinin boyu o kadar da yok. Ama bir gittik, kadın bunun boyutları uymuyor, alamayız. Nasıl uymuyor dedik, bal gibi uyuyor, bana verdiğiniz kağıtta öyle yazıyor. Yok öyle değilmiş efendim. Eni uzun gelmiş. 20 kiloyu da geçmemesi lazımmış, bizimkisi 21.6 kiloymuş alamazlarmış. Şimdi de ki di mi adam gibi, adam olan der yani, iki kiloyu çıkarın içinden, alalım. Boyutu yüzünden alamayız demeleri de yalan! Boyutu büyük olduğu için 20 euro fazladan vermek gerekiyor sadece. Yani karılar sorun çıkarmak için ellerinden geleni yaptılar, çıkardık içinden 2.5 kilo, alın böyle dedik, bal gibi de aldılar. Bir de orası aynı zamanda DHL ofisi. DHL taa eve kadar servis yapıyor gerektiğinde. Bu memur karılarında bir afra tafra. Doldurulması için form veriyorlar, doğru düzgün anlatmıyorlar neresinin doldurulacağını. Neyse ki komşu Afrikalı olmasının da getirdiği rahatlıkla bu karıların asık suratını sallamadan her işimizi yaptırdı. Benim sinirden elim ayağım titredi. Gerçekten bu Almanların kıt beynine katlanamıyorum. Neyse sonunda gönderebildik. Umarım başka bir sorun çıkmaz.

Bavullarımı sonunda doldurdum. Ama tabi birçok eşyamı da burada bırakarak, bazılarını atarak. Yarın sabah Hausmeister gelecek, anahtarı teslim edeceğim, gidip depozitomu alacağım. Tren de öğlen kalkıyor işte. Bonn'a gidiyorum, teyzemin yanına. Köln'de biraz vakit geçireceğim. Planda bir hafta sonunu Amsterdam'da geçirmek var. Param yeterse Belçika'ya uzayacağım. Hedef Brugge, ama ne olur ne biter bilmiyorum. Hele bir buradan ayrılayım da artık.

Çok soğuk bir Leipzig yazısı oldu. Aslında hüzünlüyüm az biraz.

Ayrılık hazırlıkları

Leipzig'de son iki günüm. Ya da bir buçuk mu? Öyle bir şey işte. Şu anda Çarşamba akşamı saat 23.00. Cuma sabah 12.11'de trenim Leipzig'den ayrılıyor. Değil günleri saatleri sayıyorum. Vakti eşyaları toplama, paketleme işleriyle geçiriyorum. Üç bavulla gelip iki bavulla dönünce bayağı bir sorun oluyor tabi. Giysilerim, yorgan, yastık bavula sıkışmayı bekliyor.

Yorgan ve yastık için vakumlu torba aldım. Bizde çok pahalı da bu torbalar, burada 1.5 euroya buldum. Bir deneme yapayım dedim, sabah bıraktım, akşamı geldiğimde havası çoktan kaçmış, şişmişti torba. Aynı şeyin bavulun içinde olmasından, bavulun orta yerinden çatlamasından korkuyorum. Trende pek hoş bir görüntü olmaz sanırım. :))

Niye bu yorgan yastık götürmek için ısrar ediyorsam? Göya yanımda getirdiğim eski giysilerimi bile atacaktım. Yorganı yastığı satarım dedim, herkes öyle yapıyor burada. Ama yok ne bir şeyi atmaya içim elverdi, ne yorganımı satmaya. Nedense bu Almanların cimriliğinden tasarrufluğundan mıdır nedir, her şey pek bir kıymetli oldu. Türkiye'de ne kadar savurgan olduğumuzu, ne kadar çok tükettiğimizi, ne kadar lüks içinde yaşadığımızı anladım. Üstüne üstlük buradaki gibi geri dönüşüm filan da yapmıyoruz. Pek bir hoş hayat!!

Asıl büyük sorunum, başıma dert olan ise bisikletim oldu. Herkes gibi sen de sat di mi? Yok illa Türkiye'ye göndericem. Israrımın altında taa çocukluktan gelen bir pişmanlık yatıyor. Bana böyle eflatun rengi bir bisiklet almışlardı da, ben onunla bisiklete binmeyi öğrendikten sonra, yeni eve taşınırken, eski apartmanın bodrumunda yalnızlığa terk etmiştim. Nakliye kamyonuna girmemiş miydi, neydi, sonra gelir alırız demiştim. Bir daha da gitmedim. Hayatım boyunca pişmanlık duydum. İşte bu yüzdendir ki, üzerinde Karl Marx yazan, -niye yazdığını çözemedim, sanırım Karl Marx Stadt diye bir yer vardı, oradan alınmıştı- mavi, taaa Doğu Almanya zamanından kalma, en az 25 yaşında, burada elini sallasan herkesin altında bir tane görebileceğin, Diamant marka gözümün nuru canım bisikletimi, burada terk edemiyorum işte öyle.

Gittim sordum, Deutsche Post ile gönderiliyor. Ama paketlemek lazım ve boyunun 1.50 yi geçmemesi lazım. Paketlemek için demonte etmek lazım. Bugün Nijeryalı komşumun da yardımıyla bayağı bir söktük. Daha doğrusu o söktü ben baktım. Yok bu kadın milletinin eli tornavida işlerine filan yatkın değil. O yapmasaydı ben hayatta yapamazdım. Ben tüm vidaları elimle sökebileceğimi düşünürken, o her vida için gitti arkadaşlarından tonlarca alet aldı. Daha tam anlamıyla sökülmüş de değil, ihtiyacımız olan bir alet daha var, onunla direksiyonu sökebileceğiz. Paketlemek için de dev boyutlarda bir karton bulduk. Şimdi bizde herhangi bir eşyayı nasıl paketlersen paketle istediğin her yere gönderirsin. Ama bu Almanlar kıl, kartonda bombe görür mesela almazlar filan diye korkuyorum.

En mantıklısı uçakla benimle gelmesiydi. Spor ekipmanlarını verdiğiniz ayrı bir bölüm var çünkü ve sanırım paketlemek filan da gerekmiyor. Ama gel gör ki, bisikleti uçağa götüremiyorum. Uçağa Bonn'dan bineceğim. Buradan Bonn'a götüremiyorum. Çünkü Deutsche Bahn her trene bisikletleri almıyor. Bileti alırken sormama rağmen gerizekalı memur hangi trenle nasıl götüreceğimi söyleseydi, ben de ona göre ayarlardım her şeyi. Ama artık olan oldu. Olmadı bunu da terk edeceğim yalnızlığa, içim kan ağlayarak. :((

Leipzig öğrencileri için ipuçları

İlkbaharda Leipzig'e gelecek değerli arkadaşlarım. Aşağıdaki ipuçlarını bir güzel okuyun, belleyin. Sadece tecrübe, gözlem, Allahın emri değil ;))

- Burada torba denen şey çok değerli. Sakın ola hor kullanmayın. Alışverişe giderken mutlaka yanınızda torba ya da çanta filan götürün. Yoksa para vermek durumunda kalırsınız.

- Pet ve cam şişelerinizi atmayın. Genelde su ve bira, şişe parası alınarak satılıyor. Dolayısıyla bu şişelere para veriyorsunuz. Kullandıktan sonra marketlerde makineler var, o makinelere atarak da paranızı geri alıyorsunuz.

- Şarap şişelerinde ücret yok. Şarap şişesi, kavanoz vs gibi bu tarz cam şişeleri de beyaz, yeşil, kahverengi olmak üzere üç ayrı cam atık kutularına atıyorsunuz. Ayrıca Almanya'da çöp ayırmak gayet meşakkatli bir iş. Organik çöp kutuları var mesela, gerçi ben hiç kullanmadım ama, buraya sadece yiyecek atıkları giriyor. Hatta bu yiyecek atıklarını koyduğunuz torbayı bile bu çöpe atmıyorsunuz, çöpün kapağını güzelce açıp içine boşaltıyorsunuz. Kağıt atıkları da yine sadece kağıt kutusuna atıyorsunuz. Bir sürü çöp bidonları var ama ben kimsenin doğru düzgün bu kurallara uyarak kullandığını görmüyorum. Ama dikkatli olun, biri fark ederse ya da şikayet edilirse ceza yersiniz.

- Ceza demişken tramvaya kaçak binmeyin. Biletinizi otomatlardan alın, tramvaya binince turuncu kutulara bastırın. Kontrol edilmez sanırsanız yanılıyorsunuz, biletsiz yakalanırsanız , 40 euro cezası var.

- Tramvay için mesela Einzelticket aldınız, 2 euro, sanırım 1.5 ya da 2 saat filan geçiyor, üzerinde yazar. Kurzstrecke bileti aldınız, bu 1.4 euro, sadece 4 durak için geçerli. Strasse des 18. oktober da mesela yurdunuz varsa, Hauptbahnhofa gitmek için kurzstrecke bilet yeterli.

- Size yurda vs. girişlerinde verdikleri kullanım talimatlarını, broşürlerini güzelce okuyun. Benim gibi, dışarıda duran bisikletin selesi çalındıktan sonra, her yurtta bisiklet odası olduğunu 5 ay sonra fark etme dallamalığını yapmayın. Bisikletleti odalara çıkarmak yasak.

- Çamaşır yıkama makinelerinde çamaşırlarınızı uzun süre bekletmeyin. Makine genelde bir saat içerisinde son buluyor. Acelesi filan oluyor, insanlar mal olabiliyor, tertemiz çamaşırlarınızı çıkarıp öyle ortada bırakabiliyorlar.

- Burada her iş, görüşme gün ve saatlerine göre yürüyor. Görüşme gün ve saatlerini bilin. Birinden randevu almak için bile dıdısının dıdısının görüşme saatini takip edip randevu için randevu alabiliyorsunuz. Ya da şöyle bir ipucu da verebilirim, görüşme saatleri dışında bir uğrayıp "ay bilmiyodum, işim de acele, bi şey sorcaktım" diyip salak turist ayağına da yatabilirsiniz. Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor.

- Auslanderbehörde (Yabancılar ofisi) taşındı. Prager strasse üzerinde. Hauptbahnhof ya da Augustusplatzdan 15'e binin Technishes Rathaus durağında inin. Ofis, B binasında. Yapmak istediğiniz işlemler için görevliler yardımcı oluyor.

- Bürgeramt'a ikamet kaydı için gittiğinizde Zuzugbonus'u sorun. Hala devam ediyorsa, başvurun. 50 euro bonus veriyorlar.

- Şimdi geldiniz, odanıza bir sürü şey almanız gerekecek. Tabaktır, çanaktır, çamaşır askısıdır vs. Önceki postlarımda nerede en ucuz ne var diye yazmıştım. O mağazalar gidin, fiyatları karşılaştırın. Benim gibi Rewe'de dünyanın parasını harcamayın. Migros gibi yerlere değil Bim gibi yerlere gidin. İnanın fiyatlar çok değişebiliyor. Üniversitenin hemen yan sokağına, Pfennig bir şey gibi adını bir türlü ezberleyemedim, ucuza bir dükkan daha açıldı.


- Kendinize bir spor edinin. Spor yüksek okulunda çok uygun fiyatlara inanılmaz fazla seçeneğiniz var. Online başvuru yapıyorsunuz, sonra da bankaya parayı yatırıyorsunuz. Ancak yerler hızla doluyor, bahar sömestırı için program açıklanır açıklanmaz acele davranın. http://www.hochschulsport-leipzig.de/ - internet adresi bu.

- Kendinize yabancı bir sevgili edinin. Ama sizin gibi yabancı öğrencilerle bile zor bu işler. Birçok kişinin size bir gecelik bakabileceğini aklınızdan çıkarmayın, ona göre davranın.

Benden abla tavsiyeleri bu kadar. En azından şimdilik. Kendinize iyi bakın, birbirinizi üzmeyin :P

Ezgi ve Sezgi yaza kadar burdalar. Sizlerle tanışmak isteyeceklerine eminim. Hem birçok konuda sorunuz olursa, yardımcı da olurlar. Hep birlikte toplaşıp buluşmanız için, bana mail gönderenlere Ezgi'nin mail adresini yazacağım.

Battaniye isteyen...

Leipzig'e ikinci dönem için gelecek arkadaşlara duyurulur...

Birkaç kişi benimle iletişime geçti, en azından 7-8 Türk'ün burada olacağını biliyorum. :)

Yazmıştım, yurt odalarında yorgan yastık çarşap niyetine hiçbir şey yok. Sadece yatak. Dolayısıyla buradan temin etmek durumundasınız. Uçakta kilo problemi olduğu için de getirmek çok kolay olmuyor, yer kaplıyor ayrıca.

Gökhan giderken mis gibi yün battaniyesini bıraktı. Yorgan kılıfınızı geçirip yatarsınız, başka bir şeye gerek bile kalmaz, zaten önümüz bahar. Ayrıca yine temiz, yıkanmış yorgan kılıfı, çarşaf vs. de bıraktı. Eğer ilgilenen varsa, yorum bırakın, ilk yorum bırakana vereceğim. Ben giderken de Monja'ya bırakırım, gelir ondan alırsınız.

Hamburg



gece Hamburg


Geleli beş gün oldu ama elim bir türlü klavyeye gitmedi. Yazdım üç gün sonra, bu sefer fotoğrafları yüklemek iki gün sürdü. Aslında hiç aklımda yoktu Hamburg'a gitmek, bir arkadaşın doğum günü vardı ona katılacaktım. Ama son anda vazgeçtim ve kendimi benim kuzular ve Romenler'le birlikte Hamburg'a attım.

Onlar beş kişi olduğu için 5 kişilik bölge bileti almışlar kendilerine ve dolayısıyla bana yer yoktu. Ya 80 euro verip hızlı trenle 3 saatte gidecektim, ya 50 euro verip 7 saatte Regional Trenle gidecektim. Bir diğer alternatif de Mitfahrgelegenheit'dı. En uygun fiyata seyahat edebiliyorsunuz Almanyada bu sayede. Bu yazdığım kelimenin sonuna nokta de ekleyip, siteye giriş yapın, gitmek istediğiniz şehri ve tarihi girin. O tarihte arabasıyla giden biri yanına "Mitfahrer" mutlaka arıyor oluyor, 20 euro gibi fiyatlara bir yerden bir yere çok rahat gidebiliyorsunuz. Hatta Almanya dışına bile çok uygun fiyatlara seyahat etmek mümkün.

Ben de yola çıkacağımız Çarşamba sabahı için baktım, çok fazla alternatif yoktu. Sabahın 5'inde bir kız buldum. Hafif de tırsıyorum, o yüzden ilk seyahatimi bir kadınla yapayım dedim. Aradım kızı, sabah 4.30'da çıkıcam, Hamburg'ta 10'da havalimanında olucam dedi. İyi dedim hem erkenden şehre varmış olurum, gezerim dedim. Hauptbahnhof'un sağ tarafında otobüs park yeri var, orada buluşmayı kararlaştırdık.

Sabah 4.30'ta bizim oradan Hauptbahnhof'a tramvay yok, mecburen gece otobüsüne binmem lazım. O saatte de bir gece otobüsü var ama istasyona 4.36'da varıyor. Şimdi dedim bu Almanlar dakiktir, kesin beklemez en iyisi erken gideyim ben dedim. 3.16'daki gece otobüsüne bindim, zaten beş dakikada istasyondaydım. Mcdonaldsa oturup bir saat bekledim. Saat 4.30 oldu yok ortada kız, aradım, mesaj attı 10 dakika geç kalıcam diye. Hava da soğuk, kar yağmaya başladı. Aradan 10 dakika geçti hala yok, koştura koştura bir çocuk geldi, o da bizimle geliyormuş, birlikte beklemeye başladık. Kız yarım saat gecikmeyle saat 5'te geldi. Tabi içimden bayağı küfür ettim 1.5 saat daha uyumadığım için. Hava soğuk, küçücük araba bir türlü ısınmıyor, yollar karlı ayaklarım donuyor, kız buhar yapmasın diye, ya da sigara içmek için ikide bir camı açıyor. Dondum resmen, bacaklarıma bir sürü şey sardım, ayağıma fazladan çoraplar geçirdim. Normalde yol 4 saat filan sürüyor, bizimkisi karlı yollardan dolayı tam 7 saat sürdü. Kızın da aklına şaştım, 10'daki uçağa hangi akla hizmet saat 5'te Leipzig'den çıkıyor! Dolayısıyla o uçağı kaçırdı, biz de saat 12.00 de şehre iniş yaptık. 20 euro tuttu. (Genelde hesap 100 kilometre başına 5 euro şeklinde yapılıyor.)

Gittim hostele giriş yaptım, eşyalarımı bıraktım, biraz şehri gezdim. Göle gittim, buz tutmuştu, insanlar üstünde yürüyordu. 2 saat kadar dolaştıktan sonra o kadar yorgunum ki hostele gidip yattım, zaten öğleden sonra da bizimkiler geldiler. Bu arada Meininger hostelde kalıyoruz. Bu hostelin Almanya'nın çeşitli şehirlerinde şubeleri var. Hamburg'taki gerçekten güzeldi. Berlin'deki o kadar iyi değildi mesala. Ama yine de uygun fiyatlara temiz yatak, sıcak su, sıcak oda, daha ne ister insan.


Ertesi günü çocuklarla geçirdim. İlk durağımız Repperbahn oldu. Burası kulüplerin, striptiz ve seks kulüplerinin, seks şoplarının ve barların olduğu bir yer. Travesti şov bile izleyebilirsiniz. Fiyatlara baktık, giriş 15 euro. Tabi içki filan dahil değil ama yine de bu tarz şovlar çok kaliteli olabiliyor, değebilir. Hayatımda ilk kez seks şopa da giriş yapmış bulundum. Bu caddekiler öyle kapalı karanlık olmadığı için gayet davetkarlar, utanmanıza sıkılmanıza gerek kalmadan gezebilirsiniz.


Şehri dolaştık, limana gittik. Motora binip Elbe nehrinde tur attık. Bazı yerler buz tutmuştu, gerçekten güzel manzara! Hava gerçekten çok soğuk, gezmek için çok uygun bir zaman değildi ama yine de bayağı bir yürüdük. Akşamları dedik, hostelin yakınında Urfa kebapçısı var, bizim Romenlere bir güzel kebap yedirelim. İki akşam da orada aldık soluğu. Lahmacun çok iyi değil ama kebap güzeldi. Hele üstüne bir künefe söyledik, değme keyfimize. Künefenin tadını unutmuşum, yıllardır yemiyorum. Böyle çok az şerbetli, ağza peynir tadı çok yoğun geliyor, enfesti, herkes bayıldı.
Cuma günü onlar erken yola çıktılar, benim de vaktim vardı, kanalların oradan yürüdüm, mağazalara girdim çıktım, sürekli kar yağıyordu, soğuktu, ben de kendimi devamlı starbucksa attım. Önemli mekanlara meraksız ama ota boka meraklı bir insan olarak, gezintim sırasında karşıma çıkan Scientology kilisesinin, artık tarikat mı kilise mi ne olduğu çok önemli değil, dükkanını gördüm. Tabi kaçmaz hemen içeri attım kendimi. Hemen biri geldi, hangi dilden en rahat konuştuğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince bunların artık kutsal kitaplarımı yoksa artık ne olduğunu kavrayamadığım yaşamın temel kavramları tadında, kapak tasarımı bilim kurgu ya da korku filmi görüntüsünü hatırlatan Ron Hubbard denen adamın iki kitabını getirdi. Türkçe tercümesini! Zannettim herhalde şimdi bunlar bu din midir artık ne menem bir şeydir tüm dünyaya yaymaya çalışıyorlardır, kesin dedim bu kitaplar da ücretsizdir. Temel kitap 13 euroymuş!! Ya kardeşim versene bedava, belki bir mürit kazancan, belki kendi ülkemde çalışcam Ayşe ile birlikte. (TR'de Ayşe diye bir kız yapıyormuş bu işleri, sallamadıysa:)) Ben de birkaç ücretsiz dvd filan aldım, okuyim belleyim, belki Hollywood camiasına biraz yakın olurum filan diye.



Dönüş günü, Cuma, mitfahr lara baktım, dünya kadar alternatif var. Cuma günü olduğu için herkes evine dönüyor. Yine bir kadını denedim, telefonunu sürekli meşgule aldı. Bir adamı aradım, doluyum dedi. Sonra saat 15.30 için bir kadını daha aradım, gayet yardımcı oldu, nerede bulaşacağımızı ayrıntılı anlattı. Gerçekten çok kibar bir kadındı, bir kız daha vardı arabada, yol boyunca sürekli sohbet ettiler. Araba sıcaktı, uyuyabildim bile. Dönüşte genelde Hauptbahnhofa bırakırlar, kadın yurda kadar bıraktı beni. Dönüşümüz bu kez 6 saat sürdü. Yollar karlı ve buzlu olduğu için kışın mitfahr ile gitmek çok akıl karı bir iş değil ama bundan daha iyi bir alternatif de yok.

A Serious Woman?

Hastayım. Düsseldorf'un havasından mıdır nedir bilemedim, grip oldum. Çünkü orada hava biraz daha iyiydi. Cumartesi yaptığım uzun yürüyüş beni hasta etmiş olabilir. Çok sıkı giyinmemiştim sanırım. Sonra buraya geldim, hava sıcaklığı daha da düştü. İlk önce hapşırıkla ve burun akıntısıyla başladı, hissettim, bir tylol hot çakıverdim ama durduramadım. Ertesi gün hem kursun da son günü olduğu için mecburen dışarı çıktım ve iyice kötü oldum. Neyse ki, vücudumda titreme vs. yok. Boğazlarım şiş değil. En azından bunlar iyiye işaret. Burada doktora nasıl gidildiğini bilmediğim için de üşeniyorum. Tylol hot bitti şimdi, Theraflu forte'ye başladım. Birkaç güne kalmaz düzelirim gibime geliyor.

İşin kötüsü son ayım burada, kütüphaneden çıkmam, çalışırım diye hayal kuruyordum. Çok hoş bir hayal değildi tabi bu, sıkıntılı bir hayal. Ama şimdi yataktan çıkamıyorum. İki şey yapsam yorgun düşüyorum. Yattığım yerden bilgisayar elimde, internetten makale filan araştırıyorum. İyi mi oldu kötü mü oldu çalışmamak için bahane mi oldu bilemedim.

Zaten şu tez olayı beni çok kasıyor. Bir de bunun doktorası var, kasıldıkça kasılıyorum sanki yapmak zorundaymışım gibi. Uzun vadeli işler hiç bana göre değil, bir işi başladım mı mutlaka hemen bitirmeliyim. Tez gibi bir senelik bir iş yeterince sıkıntı verici. Bir satır alıntı için, kitap kitap dolaşıyorsun... Gitmeden burada yapmam gereken imza, banka hesabı, bir sürü bürokratik iş de beni kasıyor.

Şimdi vakit de yaklaştı ya, başka konularda da iyice kasılmaya başladım. İstanbula dönücem, her şey yeni gelecek bana. Annemler yeni eve taşındı, şimdi Emre ile güllük gülistanlık yaşıyorlar. Seda da yok, iyice zor olacak. Üstelik odamı yerleştirmemişler bile, öyle taşındığı hali ile duruyormuş. Gidince beni bir sürü yük bekliyor. Bir de artık kullanılmayan ama atmaya da kıyamadığım şeyler var ya, en çok onlar bana sıkıntı veriyor. Annem dedi ne çok çantanız varmış sizin. Alıyoruz, fermuarı gidiyor, 10 liraya fermuar yaptıracağıma gidiyorum 15e yenisini alıyorum, napiim. Artık kullanılmayan bir sürü hediyelikler, ıvır zıvırlar, çocukluğumuzdan kalma asla atmaya kıyamadığımız oyuncaklar, vermeye kıyamadığımız ama giymediğimiz bir sürü giyisi, eski defterler, rengi solmuş modası geçmiş eşarplar ve daha neler neler. Sadece benim olsa iyi, Seda'nın da bir sürü eşyasını toplamak da bana kaldı. Bir sürü yaşanmışlık, eskimişlik, hatıralar... Emre de tutturdu, bir daha gelmeyin, orada kalın, istemiyoruz sizi, odanızı da kiraya vericem diye. Zaten geldiğimizden beri "Alman domuzu" olduk çıktık. Kıskançlığından çatliycak yakında. :))

Beni kasan bir başka konu da iş. Piyasa düzeldi mi oralarda hiç bilmiyorum. İlk başlarda Haziran'a kadar tezi bitiririm, sonra iki ay dalış filan yapar yazın keyfini çıkarırım, yazın arada ders çalışır doktoraya hazırlanırım, Eylül'de de çalışmaya başlasam değme keyfime filan diye plan yapıyordum. Nerden geldiyse aklıma dönüşte iş bulmalıyım çalışmalıyım filan gibi telaşa kapıldım. Hatta dün kariyer.netten iş başvurusunda bile bulundum. Bir yandan kovuyorum bu kötü düşünceleri, bir yandan şu para denen illet neden bu kadar önemli diye yeni düşünceler beliriyor...

Dün Gökhan'la Cohen Kardeşler'in "A Serious Man" filmini izledik. Bence film çok komikti. Komedi filmi değil tabi. Ama Cohenlerin filmlerindeki tuhaf durumlar ve diyaloglar beni çok güldürüyor. Aslında "ufak" sorunları olan bir adam, filmin sonuna doğru çok daha büyük sorunlarla karşılaşıyor. "Küçük" soruları, kaderi için hep bir cevap arıyor ama sonunda kendisini bekleyen, her şeyi yalayıp yutan kasıp kavuran dev bir boşluk... Birçok sorunun cevabı bile yok. Cevap bulmak için uğraşmak, tasalanmak bile yeni sorulara, sorunlara yol açıyor. En iyisi hiç cevap aramamak. Keşke her şey matematik gibi olsa, her sorunun çözümü ve cevabı belli olsa... Matematik "olasılık sanatı" değil miydi, olasılık sanatı neydi o zaman diye soruyor "ciddi adam"?... İstatistik miydi olasılık sanatı? Bir torbada olan kırmızı, mavi ve sarı topları çektiğimizde hangisinin gelme olasılığını niye merak ediyoruz, ya da zar attığımızda, ya da piyango bileti aldığımızda... Keşke merak etmesek... Akıyor işte hayat. Biz hayatımızla ilgili planlar kurarken, bir kasırganın gelip elimizdeki her şeyi alma olasılığı ne kadar?

Tamam artık kurmuyorum, kasılmıyorum, plan yapmıyorum, odam da kalsın öyle, iş miş de umrumda değil. Şu ana odaklandım. Leipzig, tezim, belki bir daha hiç göremeyeceğim dostlar ve ben... Rahatsız etmeyin...

Düsseldorf


Perşembe sabahı saat 4'te kalkarak 5.40 trenine bindim ve tuttum Düsseldorf'un yolunu. Aktarma yaparak 5 buçuk saatte gittim. Tren istasyonuna indiğimde sabah 11 filandı, hava güneşli ve çok güzeldi. Tren istasyonunun hemen karşısındaki turist information bürosundan harita ve metro haritası alarak otelin yerini işaretlettim. Yürüyerek 5 dakikaydı otel, eşyalarımı bırakıp dalış fuarının yolunu tuttum. Hayatımda bu kadar büyük bir fuar alanı görmedim. Halle 1'den girdim, 3'e gidicem, git git bitmiyor. Her bir halle kendi içinde bir fuar zaten. Uzun bir yürüyüşten sonra buldum ve kendimi sevgilimin kollarına attım.
Perşembe ve Cumayı fuarı gezmeye ayırdım. Dünyanın dört bir yanından gelen dalış merkezlerinin broşürlerine içlenerek baktım. 14 günlük yat konaklamalı dalışlar mı desem, Wakatopi mi desem, yemyeşil sular, bembeyaz kumsallar mı desem, köpekbalıkları mı desem mercanlar mı desem, herbiri birbirinden muhteşem. Fiyatlar da bir o kadar muhteşem tabi. İki kişilik iki hafta dalış tatiline 10-15 bin lira filan ayırın. İnce hesap için kulübümüze danışabilirsiniz. (Reklam da yapim :P)

İşte iki gün boyunca akşama kadar fuar dolaştık, akşamları da kendimizi restoran, barlar, mağazaların olduğu Altstadt'a eskişehre attık. İlk akşam beni, bir önceki akşam da gittikleri Arjantin restoranına götürdüler. Diğer akşamlar da inanılmaz lezzetli ve çok uygun fiyatlı İtalyan restoranın yolunu tuttuk. Burdaki pizzacılar muhteşem. Hepsi gerçekten İtalyan ve çok güzel pizza yapıyorlar. Biraz daha küçüklerini, köşelerdeki mini pizzacılarda çok uygun fiyatlara yiyebilirsiniz. (Colopic) Biz İtalyan restoranda (Arlecchino) iki akşam da pizza ve domatesli ve kremalı midye yedik. Tek kelimeyle harikaydı.



Yemekten sonra şehir merkezinde dolaşırken, içeride 40 yaş üstü insanların olduğu jaz barı görünce aklım başımdan gitti ve yalvar yakar Emin'le Murat'ı içeri sokmaya çalıştım. Yok efendim cazdan nefret ederlermiş, gençlerin olduğu barlar varken niye yaşlı barına gidiyormuşuz vs. diye bir sürü söylendiler. Fazla kalmama ve içki ısmarlama sözüyle bir süre bunları burada tuttum. Grup gerçekten muhteşemdi. Çok eğlenceli parçalar çalıyorlardı. Sonra mini etekli kızların bar üstünde dans ettiği bir kulüpte soluğu aldık. Buradaki barlar, kulüpler gerçekten çok iyi. Barına, kulübüne göre yaş ortalaması değişiyor, bu son gittiğimiz kulüpte bizim gibi orta yaş gençler vardı.

Ertesi akşam yemekten sonra bu sefer bunlar tutturdular, jaz bara gidelim, müzik süperdi diye. Yemekte yuvarladığımız iki şişe şarabın üstüne bir şişe de orada devirdik. Ben sürekli dans ediyorum. İki amca, muhteşemsin, türksün sen değil mi diye beni tebrik ettiler :P Kafalar da güzel, süper eğlendik.


Cumartesi gününü şehir merkezini gezmeye ayırdım. Otelden vurdum kendimi, yürüyerek yarım saatte merkezdeydim. Tourist information küçük bir harita vermişti, ya böyle harita mı olur, bu kadar mı şehir yani diye söylenmiştim. Ama gerçekten de şehir merkezi denen yer, o kadar, bir A4 sayfasından daha küçük. Königsalle diye bir yer var, ortasında nehir geçiyor, sağlı sollu birbirinden ünlü markalar sıralanmış, Berlin'in Unter den Linden'i, Paris'in Şanzelize'si gibi burası. Nehre doğru giderken de arnavut kaldırımlı sokaklardan eskişehir'de olduğunuzu anlıyorsunuz. Burada bir çikolatacıya rastladım, aklım başımdan gitti. Pralin çikolata hastasıyım ben. Burada da böyle envai çeşit pralin vardı. 100 gramı 10 euro tuttu ama yok böyle bir lezzet! Gut & Gerne mağazanın adı, oturup bir şeyler de içebiliyorsunuz. Merak edenler için adresi: http://www.schokoladenfachgeschaeft.de/index.php


Merkezi dolaşırken birden Rhein nehri sizi karşılıyor. İki yakayı üç köprü ile bağlamışlar. Nehir kıyısında yürüyüş ve bisiklet yolları, parklar var. Yazın eminin kafelerle çok daha canlı ve renkli oluyordur burası. Ben yine de şanslıydım, hava çok soğuk değildi, güneşliydi, nehir boyunca çok uzun bir süre yürüdüm.

Düsseldorf gerçekten keyifli bir şehir. Almanya turu planlayanlara, bir gün bile olsa mutlaka tur planı içine almalarını öneririm.